İnsan varoluşunun en derin ve karmaşık yanlarından biri, toplumsal ilişkiler içerisindeki yerimizi belirlemeye çalışırken yaşadığımız içsel onay arayışıdır. Bu arayış, bireylerin kendilerini nasıl gördüğünden, çevresindeki insanlarla olan etkileşimlerine kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. İçimizdeki toplumun sesleri, çoğu zaman kendi iç sesimizle çatışır; bu da bireyin ruhsal sağlığı ve toplumsal kimliği üzerinde önemli etkilere yol açar. Felsefi açıdan incelendiğinde, onay arayışı bireyin öz benliğini ve toplumsal yapılarla olan etkileşimini derinlemesine sorgulamamıza olanak tanır.
İnsanlar sosyal varlıklar olarak, diğer bireylerle etkileşim kurma ve kabul edilme ihtiyacı taşırlar. Bu ihtiyaç, psikolojik bir temel oluşturur. Abraham Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde yer alan sosyal kabul ve ait olma ihtiyacı, insanın temel motivasyon unsurlarından biridir. Birey, çevresinde tutunduğu değerler ve normlar doğrultusunda bir kimlik geliştirdiği müddetçe, bu kimliğin onaylanmasını isteyecektir. Bu durum, sosyal medya çağında daha belirgin bir hale gelmiştir; bireyler paylaşımlarının beğenilmesini, yorum almasını ve diğerleri tarafından değer görmesini beklemektedir.
Onay arayışı, kişinin kendilik algısını etkilediği gibi, aynı zamanda özsaygısını da derinden sarsabilir. Aşırı onay arayışı içerisinde olan bireyler, genellikle kendilerini yetersiz veya kötü hissedebilirler. Bu durum, düşük özsaygıya, depresyona ve anksiyete gibi psikolojik sorunlara yol açabilir. Öte yandan, toplumda kabul görmek için sürekli bir baskı altında hissetmek, bireyin içsel huzurunu tehdit eder. İşte bu noktada, felsefi açıdan bakıldığında, bireyin öz benliğini nasıl koruyabileceği ve kendi gerçekliğini nasıl inşa edebileceği üzerine düşünmek oldukça önemlidir.
Toplum, bireylerin davranışlarını ve düşüncelerini şekillendiren sosyal normlar ve değerler çerçevesinde inşa edilir. Bireyler, bu normlara uyum sağlamak ve toplumsal kabul görmek için çaba sarf ederler. Ancak bu süreç, bireyin özgün kimliğinden uzaklaşmasına ve 'toplumun sesi'ne daha fazla kulak vermesine yol açabilir. Felsefi açıdan bakıldığında, bu durum bireyin toplumla olan ilişkisini sorgulamasına sebep olur. Kendimize sorabileceğimiz birkaç temel soru vardır: Gerçekten kimim? Toplumun istekleri doğrultusunda mı yaşıyorum, yoksa kendi içsel yolculuğuma mı çıkmalıyım?
Bireysel kimliğin oluşumu, toplumsal beklentiler ile öz benlik arasındaki dengeyi sağlamayı gerektirir. Onay arayışının yoğunlaştığı durumlarda birey, kendisini başkaları tarafından nasıl algılandığı ile tanımlamaya meyilli hale gelir. Ancak bu, çoğu zaman bireyi içsel çatışmalarla yüz yüze getirir. Toplumun sesini dinlemek, bireyin kendi içsel sesini bastırmasına yol açabilir ve bu da ruhsal sağlığını olumsuz etkileyebilir. Felsefi olarak, bireyin kendi kimliğini bulması yolu, bu dinamikleri anlamak ve dengelemekle mümkündür.
Sonuç olarak, içsel onay arayışı, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde önemli bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu arayış, insanları bir araya getiren sosyal bağları güçlendirirken, aynı zamanda bireyin kendisini gerçekleştirmesi açısından bir engel teşkil edebilir. Toplumun sesine kulak verirken, bireyin kendi içsel sesine de dikkat etmesi, sağlıklı bir kimlik geliştirme süreci için kritik bir gerekliliktir. Kendinizi ifade etme ve iç huzuru bulma yolculuğunuzda, bu dengeyi sağlamak, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir sorumluluktur.